Sena, kendi hikayesini paylaşarak, kadına yönelik şiddet ve cinayetler konusundaki toplumsal duyarlılığı artırmayı hedefliyor. Ancak dikkat çekmek istediği bir nokta var: "Ben kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum." Bu cümle toplumun kadın cinayetlerine yönelik duyarsızlığına, hatta zaman zaman bu tür olayların haberleştirilme şekline isyanı temsil ediyor.
Günümüzde, kadın cinayetleri Türkiye'de ve dünyada ciddi bir sorun haline geldi. Her gün yeni bir facia haberiyle uyanıyoruz. Kadınların yaşam haklarının gasp edilmesi, sadece bireysel bir sıkıntı değil, aynı zamanda toplumsal bir yara. Sena, yaşadığı olay neticesinde bu konuyu daha görünür hale getirmek için adım atma kararı aldı. Ancak bu durum onun üzerinde yoğun bir medya baskısı oluşturdu ve bu baskı, onu daha da cesaretlendirdi. "Benim hikâyem, kadın cinayetinin bir parçası değil, başıma gelen korkunç bir olaydır. Beni bir kadın cinayeti olarak nitelendirmek, tüm iyi ve güçlü kadınları küçümsemek demektir," diyor.
Sena'nın yaşadığı olay, gün geçtikçe artan kadına yönelik şiddetin somut bir örneği. Onun hatırlatmak istediği; yaşanan olayların artık sıradanlaşmaması ve toplumun bu konudaki duyarsızlığının farkında olması gerektiği. CNN'ye verdiği bir röportajda, "Benim hikayemle mücadeleyi yükseltmek istiyorum. Yaşanan acıları her piknikte bir kadın cinayeti olarak görmek istemiyorum. Çünkü bu, piyasaya sürülen bir algı yaratır. Daha fazla kadının sesinin çıkması lazım," dedi.
Sena, sosyal medya üzerinden başlattığı kampanya ile yalnız olmadığını hissettirmek ve bu olayların sadece kendisine değil, toplumun tüm kesimlerine etkisinin olduğunu vurgulamak istiyor. "Bu hikayeyi anlatmak benim için bir sorumluluk. Ben, bana yapılanları bir kadının hikayesi olarak bırakmayacağım. Bunu toplumun her bireyine bir uyanış olarak göstermek zorundayız," şeklinde duygularını dile getiriyor.
Sena'nın kampanyası, sosyal medyada hızla yayıldı ve birçok insan katılım gösterdi. Onunla aynı dertten muzdarip olan kadınlar da hikayelerini paylaşmaya başladılar. "Sadece fiziksel değil, duygusal şiddet de cinsiyet eşitsizliğinin bir parçasıdır. Bu yüzden erkek şiddetini kınamak, bireysel bir mücadele olarak kalmamalıdır," diyor. Bu duygu ve düşünceler, toplumun cinsiyet eşitliği konusundaki fikirlerinde bir uyanış yaratmayı hedefliyor.
Kampanyanın paylaşımlarında yer alan hashtagtler (#SenaIcinSesOl) ve kadınların başından geçen tüm kötü olaylar, artık yaşamlarının yalnızca bir durumu değil, bir istatistik değil, insanların gözünde taşınması gereken bir sorun haline geldi. Fakat Sena, bu soyut kavramın üzerinden gidemediğimizi, gerçek bir hikayenin ve yüzlerin olduğunu hatırlatıyor. "Hayatımda yaptıklarım, bana karşı gerçekleştirilen şiddeti ben asla unutturmayacağım ve bu yüzden benim hikâyemi asla cinayetle lekeleme," diyerek halkı daha fazla bilinçlenmeye çağırıyor.
Özellikle genç nesil için bir örnek teşkil eden Sena'nın bu cesur duruşu, daha fazla kadına cesaret vermenin yanı sıra toplumun bu konudaki duyarsızlıklarını sorgulamasını sağlıyor. O, kadın cinayetlerinin haberleştirilme biçiminden rahatsız olduğunu belirtirken, şu cümleleri kurdu: "Beni tanımlamak ve hapsedilmek istenen bir kadın cinayeti değilim, ben Seyirci olmayan bir kadınım. Öyküm, toplumsal bir mesaj haline dönüşmeli," dedi.
Sena'nın mücadelesi, kadınların güçlenmesi ve daha sesli olabilmesi için bir yol haritası sunuyor. Kadın cinayetlerinden yola çıkarak, birlik olmanın, mücadele etmenin önemini dile getiriyor. "Hayatlarımızı savunmak bir hak, bizlerin yaşamaya ve mutlu olmaya hakkı var," ifadeleriyle, çevresindeki toplumsal cinayetleri sorgulamakta ve daha fazla ses getirmek için toplumu harekete geçirmekte kararlıdır.
Sonuç olarak, Sena'nın hikayesi sadece bir bireyin değil, tüm kadınların sesi olmayı amaçlıyor. Başkaldırı ve direnişin sembolü olarak, kadına yönelik şiddetin durmaksızın devam ettiği bu dünyada, kadınların yalnız olmadıklarını hissettirecek her eylem, her ses, bu amacın gerçekleştirilmesi için son derece önemli. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum!" çağrısı, aslında tüm kadınlara yöneltilmiş bir imza niteliğindedir. Her kadın, kendi kaderini yazma hakkına sahiptir ve bu hak, asla gasp edilmemelidir.